16 Ekim 2014 Perşembe

Mehmet Pişkin'e İthafen...

16 Ekim 2014. Sıradan bir gün daha aslında. Sabahın erken saatleri. Uyku sorunum yine başrolde şu aralar. Kahvaltı sonrası kahvemi içerken bir yandan twitter'da dolanıyorum. TT'lerde hiç bilmediğim bir isme rastlıyorum. Mehmet Pişkin. Kim ki bu adam? Nereden bileyim o adamın az sonra izleyeceğim videosundan sonra keşke tanıma fırsatı yakalasaydım dediğim biri olacağını.

Ne güzel bir adammışsın sen, anlamak çok zor değil. Aslında hepimizin dönem dönem her şeyin ağır geldiğini hissettiğimiz zamanların tercümanı gibisin. Bakışlarını kaçırıyorsun bazen, gözlerinden parıltılı bir keder yansıyor.

Büyük bir soğukkanlılıkla intihar kararı alma sürecinden bahsediyorsun. Her şeyin farkında olman, bilinçli oluşun ve kararlılığın her hâlinden belli. Uzun süredir mutsuz olduğunu, başa çıkamadığını bir şeylerin artık ağır geldiğini ve bunun bir anda alınmış değil, ötelenmiş bir karar olduğundan söz ediyorsun.

"Çok uzun zamandır mutsuzum ve intihar benim için yeni bir şey değil. Elbette bardağı taşıran damlalar oluyor. Ancak taşan bir bardaktan birkaç damlayı sorumlu tutmak, taşımayı bunlara bağlamak çok doğru gelmiyor bana açıkçası"

Suçu son damlalara yüklemiyor oluşun bile senin nasıl bir insan olduğunu anlatıyor.

Bakın ne diyor Mehmet;

"O bir noktada birazcık kendimi yalnızlığa ittim. İşin o hayatın tatsız taraflarıyla çok başa çıkamadım herhalde. Çünkü nazik, neşeli, eğlenceli, akıl ve ruh olarak böyle bi incelik ve derinliğe sahip birisi olmayı çok önemsedim. Şu anda bunları korumak ve sağlamak ciddi bir yük hâline geldi benim için. Bu konuda takatimin artık tükendiğini ve işin o karanlık tarafının daha ağır geldiğini, taşıyamadığımı ve böyle sarsıntılarda dağılıp gün geçtikçe kendimi toparlamakta  daha da zorlanıyorum. Bu da çok sıkıcı bir kısır döngü hâlini aldı." diyor ve ışığı kaybettiğini belirtiyorsun. Hayatını devam ettirme motivasyonunun artık kalmadığından söz ediyorsun. Motivasyon gerçekten çok önemli şu hayatta. Motivasyon olmadıkça ne yaşadığımız ilişkiler, ne yaptığımız işler, hiçbiri olmuyor, yürümüyor. Sen de artık yürütemiyorsun belli ki bir şeyleri.

Keşke hayat sende bu hissi yaratmasaydı, arkanda onca insanı acı içinde bırakıp gitmeseydin. Keşke sosyal medyada bazı kendini bilmezlerin ortaya attığı gibi "viral bir kampanya" olsaydı hepsi. Ancak sen yolunu çizmişken, bize de ancak yolculuğunun keyifli geçmesini dilemek düşer.

Elinde şarap kadehi, diğer elinde sigaran, fonda "Every time we say goodbye, I die a little" sözleriyle veda ediyorsun...

Hiç tanımadığım o adamın, şarabına, sigarasına eşlik etmek, son müziğini beraber dinlemek. Ah be Mehmet. Dilerim düşlediğin huzura kavuşmuşsundur...




24 Haziran 2014 Salı

"Pardon, yanlışlıkla özledim" diyemiyorsun ki...

Özlemek çok tehlikeli bir duygu. Kimi özleyeceğini seçemiyor ki insan. Kimi seveceğini seçemediği gibi. Aslında seveceğimiz, özleyeceğimiz insanları isteğe göre belirleyebilsek her şey çok daha kolay olurdu. Çok düzgün, çok yakışıklı, iyi eğitimli, ideal sevgili/damat/gelin adayı olup bir şey hissedemediğin için hayat bulmayan ilişkilerle karşılaşmışsınızdır. Oysa birini sevmek istemekle sevebiliyor olsaydık, herkes daha mutlu olurdu. Neyse, gel gelelim gerçek hayatta işler öyle ilerlemiyor.

Özlemek gerçekten bazen ölesiye güzel bir duyguyken, bazen Nazilerin işkence yöntemini aratmıyor. Özlüyorsun, kalbin sıkışıyor, daralıyor. Düşünceler ve kaygılar dört bir yanını sarıyor.

Ya o özlemiyorsa?
Ya o özlemini hak etmiyorsa?
Ya o sana daha önce hak etmediğin şekilde davrandıysa?
Ya o kalbini kırdıysa?

An geliyor o özlem hızlıca yenilmiş yemek gibi oturuyor midene. "Pardon, yanlışlıkla özledim" diyemiyorsun ki...

5 Haziran 2014 Perşembe

Kedimizi eve kadar teslim eden kediler!

Dün akşam yemek yediğimiz saatlerde, sucu geliyor. 10-15 dakika geçiyor annem hiper çılgın olan kedimiz Tılsım'ın yokluğunu farkediyor. Bütün evi arıyoruz, tarıyoruz, yok. Sucu giderken kaçmış olmalı. Sokağı kolaçan etmek üzere balkona fırlıyorum. En sonunda kaçak kızımız gözüme çarpıyor. Karşı tarafta insan ırkının erişiminin zor olduğu bolca yeşillik bulunan bir arsada fink atıyor. Sesleniyorum, bakıyor ama umursamıyor. Öyle ya, sokağın tadına varmak istiyor. Öylece gidişini izlemek durumunda kalıyoruz.

Aşağıya iniyorum, belki gelir diye sesleniyorum, ama tınlayan yok tabii. Apartmanın kapısını açık bırakıyorum, ola ki gelirse girebilsin diye. Yukarıya çıkıp balkona adeta kamp kurup izini sürmeye devam ediyorum. Oradan oraya atlıyor, çalıların içine dalıyor, gözden kayboluyor. Üst taraflarda yer alan bir evin bahçesinde beliriyor birden. Dürbünle bakıyorum. Bir süre sonra izini kaybettiriyor.

O sırada başka bir kedi dikkatimizi geçiyor. Tılsım'ın gittiği yere çıkan merdivenlerden çıkmaya çalışıyor o da. Ama her tarafı otla kaplı merdivenin. Merdivenden çıkamıyor resmen hayvan, 3 düşüp 1 kalkıyor. Akrobasik hareketlerle show yapıyor. Annemle kahkahalara boğuluyoruz. Tam kameralık hâli. Sonra gözden kaybediyoruz onu da.

5-10 dakika geçmeden az önce önünde bulunduğun evin oraya bir adam geliyor. Orada oturuyor muhtemelen. "Komşu komşuu huuuu" kıvamında seslenerek kediyi soruyoruz, sağa sola bakıyor ve etrafta kedi olmadığını söylüyor. 

Bütün gece balkonda oturamayız ya, annem "hadi gel yapacak bir şey yok, gelir o" diyor. İçeri geçiyorum ancak içim rahat değil, ara ara gidip kontrol ediyorum. Annemle dışarı çıkıp kediyi aramaya koyuluyoruz. O sırada merdivenlerin oraya bakıyorum ve az önce hareketlerine güldüğümüz kedinin baygın yattığını farkediyorum. Bakın işte, her şeyin farklı bir açıklaması var, hiçbir şey göründüğü gibi olmayabilir. Belki de hastaydı, o yüzden düşe kalka çıkamadı merdivenlerden. Güldüğüm için utanıyorum bir an.

Daha önce önünde gördüğümüz evin oraya kadar bakınıyoruz, ama etrafta yok. Çaresiz eve geri dönüyoruz. Ara ara balkona çıkıp "pisi pisi" diyorum. 2 tane kedi başını kaldırıp bana bakıyorlar. Ama o kadar komikler ki, resmen gözlerini ayırmıyorlar. Takılıyorum onlara, "Yok size demedim, beyaz bi kedi var onu arıyorum. Bulup getirirseniz benden size kuru mama." Annem de takılıyor "1 hafta bedava yemek size" diye. Beynimiz yanmışcasına hayvanlarla muhabbet ediyoruz. İyi değilim galiba.

Gece Remzoş'la konuşuyorum, günlük muhabbetler. Balkondayım yine, arada görürsem diye. Yarım saat kadar sonra Tılsım'ı farkediyorum sokakta. Merdivenlerden çıkıyor yine. Anneme sesleniyorum, balkondan kediye bak ben aşağıya iniyorum diye. Yine gözden kaybolarak çalılıklara kaçıyor. Apartman kapısının önüne taş koyuyorum, ola ki gelmek isterse girebilsin diye. Annemler yatıyor. Babam zaten rahat adam, biz bütün gece balkon ve sokak arasında mekik dokurken, hiiiç umrunda değil.

Ben de yatmaya çalışıyorum ama uyku tutmuyor. Arada balkona çıkıyorum ama hayvan piyasada yok. Elden bir şey gelmiyor. Uyuma çabalarım sabah 6:30'a kadar sürüyor. Zaten Game of Thrones'un 8.bölümünü izlemişim gece, şoku üstümden atamıyorum henüz. Bakıyorum uykunun uğrayacağı yok yatakta ekşiden yorumları okuyorum. Babam uyanıyor o ara. Bir gürültü çıkıyor, babamın bir şeye çarptığını sanıyorum. Annem de sesleniyor "Nolduuuu" diye. Babam bir şey olmadığını söylüyor. Sokak kapısının açılış sesini duyuyorum, babam "geldi kaçak" diyor. Gürültüyü yapan oymuş meğer. Kalkıyorum yataktan. Tılsım'ı yıkıyoruz. Kedi yıkanır mı demeyin, bütün gece sokaklarda sürtmüş sonuçta. Annem köpük banyosu yaptırıyor kediye, sarı leğende. Oh valla, keyfe gel.

Babam 2 kediyle beraber geldiğini, kedilerin Tılsım içeri girdikten sonra hemen tüydüğünü anlatıyor. Kahkahalara boğuluyorum. Sonradan bulup getirmeleri hâlinde kuru mama vereceğim sözünü verdiğim kedileri hatırlıyorum. Boğulana kadar gülüyorum gerçekten. Nasıl yaaa? O kediler mi getirdi acaba? İlk defa görüyorum sokak kapısına kadar getirip arkadaşını teslim eden kedileri. Anneme olayı hatırlatınca o da gözlerinden yaş gelene kadar gülüyor. Kedilere kuru mama koyuyoruz sokağın önüne. Hayvan deyip geçmeyin, insanlardan daha cana yakın ve akıllılar!

Kaçak haspam, şimdi koltukta sefa yapıyor.






30 Mayıs 2014 Cuma

Ben Sizin Nereden "Sen" iniz oluyorum?

Dün Ece Temelkuran Twitter'da yeni tanışılan insana "siz" diye hitap edilmesi gerektiği konusunun ilkokul müfredatına eklenmesi üzerine bir öneride bulundu. Haklıydı ancak görgü kuralları öncelikle ailede öğreniliyor. Ben büyüklere, yeni tanışılan insanlara "siz" şeklinde hitap edilmesi gerektiğini ailemden öğrendim, okuldan değil. Ha okullarda da öğretilse fena mı olur? Olmaz tabii.

Henüz 8-9 yaşlarındaydım. Babamın Genel Müdürlük yaptığı şirkete giderdim bazen. Sekreteriyle oturur, ona yardım eder, telefon bağlama işini ben yapabilir miyim diye sorar, heves ederdim. Yine şirkette olduğum günlerden birinde, aynı şirkette yer alan başka bir müdürün sekreterinin yanındaydım. Patronuna "sen" diye hitap ettiğini duydum. Tavrı, henüz küçücük bir kız olan benim bile "laubali" olarak adlandırabileceğim şekildeydi. Şaşırmıştım, zira ben büyüklerime, o zamanın hesabıyla 10-15 sene sonra çalışacağım iş yerindeki üstlerime "siz" diye hitap edilmesi gerektiğini çoktan öğrenmiştim. Belki bugünlerde çok bilmiş olarak adlandırılabilecek bir çocuk edasıyla, "Öznur abla, neden "sen" diye hitap ediyorsun ki patronuna, ona "siz" demen gerekmez mi?" diye sormuştum. Gülüp geçmiş, şimdilerde akılda yer etmeyecek bir cevap vermişti.

Görgü gerçekten de ailede öğreniliyor. "Sen" şeklinde hitap etmek belli bir samimiyeti gerektiriyor. Aynı yaşta olduğun, hatta kendinden daha küçük olan insanlara bile yeri geliyor "siz" diyorsun. Bu o kişi senden daha yüksekte olduğu için değil, saygıdan, korumak istediğin ya da olması gereken mesafeden kaynaklanıyor. "Siz" sadece çoğul kişi zamiri değildir, kullanın onu.

(Başlık Murathan Mungan'ın "Ben Sizin Nereden 'Sen'iniz Oluyorum?" yazısından alıntıdır.)

13 Mayıs 2014 Salı

İnce düşünce herkese nasip olmuyor!


Senelerdir karşılaşmıyorduk. En son karşılaştığımızda üniversite hayatı boyunca arkadaşlarına beni anlattığını, unutamadığını söyleyerek barışmak istemişti. Ben ise çok sıcak bakmamıştım bu fikre. Bir süre daha uğraştıysa da, en sonunda o da pes etmişti. Zaten 1-2 sene içerisinde bir kız arkadaşı oldu şimdi de onunla nişanlı.

Denizde karşılaştık, eski günlerin hatrına oturduk, sohbet ettik, eski günleri yâd ettik. İddiasına oynadığımız tavlada kendisine çok güvenen beyefendi bana yenilince bozuldu, sırtını döndü. Lise yıllarındaki hâlinden farksızdı tavrı. Kalkmamıza yakın henüz ilk giyişim olan terliğin tekinin üstündeki deniz yıldızının kaybolduğunu farkettim. Hep beraber aradık ama bulamadık. Neyse dedim n'apalım...Nereden almıştın diye sordu, Mudo diye cevap verdim. Tekrar bulunmayacak şey değil sonuçta. Bir ara terliğimin altına baktı, ben de neye baktığını sordum. Yanıt vermeyince de üstünde durmadım. Tavla iddiamız bir içkisineydi, akşam için haberleşiriz dedik. Ayrıldıktan sonra ben abimle biraz daha durdum. Orada çalışanlara da deniz yıldızını bulurlarsa saklamalarını rica ettik. 5 dakika geçmeden bulup getirdiler, içime su serpildi.

Eve geçtik. Yarım saat ya geçti ya geçmedi bi' baktım arıyor. Kapının önüne çıkmamı rica etti. "Nasıl yani? Sebep?" dedim. "Of Ceren özledim, göresim geldi." dedi. Anlamadım neden böyle bir şey istediğini. Sokağa, köşeye çık ama diye vurguladı. O an eski evimize gittiğini anladım. Oradan taşındığımızı hatırlattım. Neyse, bir 10 dakika sonra geldi. Anneme aşağı ineceğimi söyledim. Benim gibi o da anlam verememişti. Kapının önüne indim, karşımda elinde Mudo poşetiyle beni bekliyordu. Dondum, kaldım. Ne tepki vereceğimi bilemedim. "Naptın sen" dedim. Ayağımda yine aynı terlikler vardı. Bulduğumu gördü, "ah bulmuşsun ama..." dedi. 

Şaşkındım. Her zamanki odunluğumla yine olmayacak bir laf ettim. "Ne zaman böyle ince düşünceli bir adam oldun sen" diye sordum. Bozulmuştu. Odunluğuma başladım ya, hızımı alamadan devam ettim. "Al dedim, kız arkadaşına verirsin" "Ben ona zaten alıyorum, bunu sana aldım, içimden geldi aldım..."dedi. "İstersen annene verirsin o kullanır" diye ekledi. Teşekkür ederek yüzümde afallamış bir ifadeyle yukarı çıktım. Anneme olanları anlattım. O hep çok ince düşünceli bir çocuktu ki dedi. Haklıydı! 



22 Şubat 2014 Cumartesi

Rakı içen kadın...

Rakıyı içen kadın gülüyorsa, o gülüşün ardında en az dokuz roman, on dört tane de film repliği yatar.
Rakıyı içen kadının gülüşünde, bu dünyanın en zararsız mutluluğu vardır çünkü, büyük gülerler, büyük susarlar...

Rakı içen kadın, rakıyı çok sık içmez.
Ama rakıyı içtiği an, bil ki içme zamanı gelmiştir ve konuştuklarında net konuşurlar...

O kadınlar keyfine doyum olmayan bir akşamüstü sonrasında, bir kıyıda köşede, gece sefası gibi açarlar.
O kadınlar, afet-i devrandır...
Ve, rakı içen kadının elleri güzeldir...
O kadınlar, senden başkasını severlerken bile seni incitmezler.

Şarkı söyleyesi varsa, susmalısındır. İzlemelisindir. Dinlemelisindir. Rakı içen ve şarkı söyleyen o kadını.
Rakı içen kadın, herkesle rakı içmez ve seninle rakı içiyorsa, senin için kalbinde en az yüz elli metrekare daha yer vardır.

Ve sen, bunu bildiğin için, o kadına, kalbinin tüm kapılarını beklentisizce açmış, cebindeki tüm anatharlarıysa hiç bulmamak üzere yutmuşsundur.

Rakı içen kadın, cihanda sulhtur: ağdalı değil, nağmeli sever.
Rakı içen kadın güzeldir, masasındakilere de...

Can Yücel


21 Şubat 2014 Cuma

Oysa sadece kafa dağıtmaktı niyeti...

Yakışıklı adam içeri girdi. Kafası bir şeye bozuktu sanki. Biraz alkol alıp keyiflenmek, biraz da müziğin büyüsüne kapılmak için orada olduğu mesajını veriyor gibiydi. Bara yöneldi, bir içki kaptı kendisine. Tek başına olmak istiyordu. Sahneye yakın bir köşe seçti kendine, müzik çok keyifli geliyor kulaklarının pasını siliyordu. Elindeki vokta enerji ise, müziğin yol açtığı keyfe çok güzel eşlik ediyordu.

Adamı izleyen bir kız grubu çarptı göze. Dönüp dönüp adama bakıyorlardı. Adamı adeta göz hapsine almışlardı. Yaşları oldukça küçüktü. Adam ise 30'larındaydı. Adamı izlerken parlayan gözleri adamı beğendiklerinin sinyalini veriyordu. Oysa aralarında en azından 10 yaş vardı.Üzerindeki gözleri, yüzü kızlara dönük olmadığı halde o da farketmişti. Nedense kızların bakışları rahatsız etmişti. Döndü, baktı kızlara. Kızların bu göz hapsinden memnun olmadığı hâlinden belliydi. En sonunda dayanamayıp kızlara, komik bir durum olup olmadığını sordu. İçlerinden biri "Seni çok beğendik" dedi. Çoğul konuşmuştu. Yaşlarının küçük olduğunu, o da farketmişti. Bu yüzden bir rahatsızlık hissiyatı sarmıştı bedenini. "Siz kaç yaşındasınız ki?" diye sordu heyecanlı gruba. 17 yaşlarını aşmamışlardı. "Ben kaç yaşındayım sizce" diye bir soru yöneltti kızlara. Kızlardan biri "Benim için önemi yok" dedi. Bu yanıt ve tavır karşısında o kadar rahatsız hissetmişti ki kendisini, sanki kız kardeşi, kendi çocuğu bu şekilde davranıyormuş gibi bir acı hissetti. Kız daha 17 yaşındaydı ve niyeti sadece sohbet etmek kadar masum değildi. Üzüldü... 

10 dakika öncesine kadar bulunduğu ortamdan, müzikten, elindeki içkisinden oldukça keyifli olduğu gözlenen bu adam, bu karşılaştığı tablodan sonra 2 dakika bile daha duramadı orada. Alkolün etkisiyle kalkıp yanlış davranmaktan da korktu biraz da. 


20 Şubat 2014 Perşembe

Denge...

Çoook sevdiğim Turgut Uyar şiiri vardır. Paylaşasım geldi yine;

Sizin alınız al inandım
Sizin morunuz mor inandım
Tanrınız büyük amenn
Şiiriniz adam akıllı şiir
Dumanı da caba

Bütün ağaçlarla uyuşmuşum
Kalabalık ha olmuş ha olmamış
Sokaklarda yitirmiş cebimde bulmuşum
Ama sokaklar şöyleymiş
Ağaçlar böyleymiş
Ama sizin adınız ne?
Benim dengemi bozmayınız

Aşkım da değişebilir, gerçeklerim de
Pırıl pırıl dalgalı bir denize karşı
Yan gelmişim diz boyu sulara
Hepinize iyi niyetle gülümsüyorum
Hiçbirinizle döğüşemem
Siz ne derseniz deyiniz
Benim bir gizli bildiğim var

Sizin alınız al inandım
Morunuz mor inandım
Ben tam kendime göre
Ben tam dünyaya göre
Ama sizin adınız ne?
Benim dengemi bozmayınız!



Gerçekten denge çok önemli şu hayatta. Özellikle gel-gitlerden, dengesiz insanlardan yorulmuş biri olarak derim ki; Benim dengemi bozmayınız!








Seviyorsan git konuş bence!

Ortaokuldan bir arkadaşım var, az önce bir ricada bulundu benden ve aramızda kalacağına söz vermemi istedi. "Tabii ki" dedim. Birkaç fotoğrafını ve paylaşımını beğenmemi rica etti. Tamam, yaparım ancak öncelikle sebebini bilmem gerekir" dedim. "Umarım kıskandırma çabaları değildir" diye ekledim sözlerime. "Ona benzer bir şey ama bir sıkıntı yok, rahat ol" dedi. Kırmadım arkadaşımı.

"Şimdi bekle yeni yazımı sana yazacağım" dedim. Her ne kadar kızsa da "yapma etme" dese de ilham gelmiş yazarın önünde durulmaz dedim. Adam aramızda kalsın demiş ben bloguma konu ediyorum, amma velakin adı bende saklı.

Şimdiii, sevgili arkadaşım sözüm sana, böyle oyunlara hiç gerek yok ilişkilerde. Konu hakkında hiçbir şey bilmeden yorum yapıyorum tabii ki. Ama birine karşı bir şey hissediyorsan, oyuna ne gerek var? Özellikle kıskandırma oyununun çok gereksiz olduğunu düşünüyorum. Hele ki ilişkilerde asla yapılmaması gereken bir şey bence. Ters de tepebilir. Zaten birini seviyorsan, kıskanırsın. Ve kıskançlığın fazlasının hastalıklı bir ruh hâli olduğunu ve acaip rahatsız edici bir şey olduğunu bilen bir insan olarak söyleyebilirim ki, sevdiğin kadını/adamı karşılıklı olarak kıskanmak heyecanı canlı tutar ancak fazlası da iki tarafa da işkence gibi!

Konu hakkında sıfır bilgim olduğundan yanlış yorumlar yapıyor olabilirim ancak sen bu hatundan hoşlanıyorsan, bir şeyler hissediyorsan seni kıskanmasını sağlamak yerine konuşman, görüşmek istemen, açık olman çok daha doğru adımlar bence. Seviyorsanız gidin konuşun, ne kaybedersiniz ki? Hiçbir şey! Ama belki de kazanırsınız. Hepinize hayırlı kazançlar =)


16 Şubat 2014 Pazar

Kızlar, Oprah Winfrey'den çoook doğru tespitlerle bezenmiş mesajınız var!

If a man wants you, nothing can keep him away.
If he doesn't want you, nothing can make him stay.

Stop making excuses for a man and his behaviour.
Allow your intuition (or spirit) to save you from heartache.

Stop trying to change yourself for a relationship that's not meant to be.
Slower is better. Never live your life for a man before you find what makes
you truly happy. If a relationship ends because the man was not treating you as you deserve
then heck no, you can't "be friends".


A friend wouldn't mistreat a friend. Don't settle. If you feel like he is stringing you along, then he probably is. Don't stay because you think "it will get better." You'll be mad at yourself a year later for staying when things are not better. The only person you can
control in a relationship is you.





Avoid men who've got a bunch of children by a bunch of different women.
He didn't marry them when he got them pregnant, why would he treat you
any differently?

Always have your own set of friends separate from his. Maintain
boundaries in how a guy treats you. If something bothers you, speak up.

Never let a man know everything. He will use it against you later.

You cannot change a man's behaviour. Change comes from within.
Don't EVER make him feel he is more important than you are...
even if he has more education or in a better job.
Do not make him into a quasi-god.
He is a man, nothing more nothing less.
Never let a man define who you are!
A man will only treat you the way you ALLOW him to treat you.
All men are NOT dogs.

You should not be the one doing all the bending...compromise is two way
street.
You need time to heal between relationships...there is nothing cute
about baggage... deal with your issues before pursuing a new relationship
You should never look for someone to COMPLETE you...a relationship consists
of two WHOLE individuals...look for someone complimentary...not
supplementary.


Dating is fun...even if he doesn't turn out to be Mr. Right.
Make him miss you sometimes...when a man always knows where you are,
and you're always readily available to him - he takes it for granted .
Never move into his mother's house. Never co-sign for a man.
Don't fully commit to a man who doesn't give you everything that you need.
Keep him in your radar but get to know others.
Share this with other women and men (just so they know)... You'll make
someone smile, another rethink her choices, and another woman prepare.
Scared of being alone is what makes a lot of women stay in relationships
that are abusive or hurtful: (Dr Phill)
You should know that you're the best thing that could ever happen to anyone
and if a man mistreats you, he'll miss out on a good thing. If he was
attracted to you in the 1st place, just know that he's not the only one.
They're all watching you, so you have a lot of choices. Make the right
one.

Ladies take care of your own hearts....
Oprah Winfrey

Beni eski zamanlara götürün ve orada bırakın!

Teknoloji hayatımıza çok şeyi getirirken birçok şeyi de beraberinde götürüyor. Ben teknolojinin bizi bu kadar çok esir ettiği zamanlarda ilişki yaşamak istemiyorum arkadaş! Ne güzeldi eskiden cep telefonunun olmadığı zamanlar; Sevinç'in önünde buluşuyoruz, saat 8'de, tamam baaay...

Teknolojinin esareti illişkileri de etkiliyor. Bu whatsapp yuva yıkar diye boşuna demiyor insanlar. Yok kiminle konuşuyorsun, yok onlinesın neden bana yazmadın? Gecenin 5'inde online olmuşsun o saatte ne işin var whatsaapta?  (Whatsapp'taki "Last Seen" ibaresini  Türk hatunları için "Bak seeeeen" olarak değiştiriyorum) Facebook'ta eklediğin şu kız kim, bu erkek neden senin fotoğrafına böyle bi yorum yapmış? O tag'lendiğin fotoğrafta  neden bu kadar sarmaş dolaşsınız, ne bu samimiyet? Bla bla bla...Sorun üstüne sorun. Sorun desem bir türlü sormayın desem başka türlü!


Ben gerçekten teknolojiye bu kadar bağımlı yaşadığımız şu günlerde ilişki yaşamak istemiyorum. Sorunları bile çabuk tüketiyoruz. Ne güzelmiş büyüklerimizin ilişki yaşadığı dönemler. Belli saatte görüş, evine dön. Ertesi gün telefonlaşmanın ve görüşmenin hayalini kur...Bir şeylere çabuk erişememenin verdiği heyecanla, ilişkini ve duygularını daha sıcak tutarak bazı şeylerin değerini bil.



Teknolojinin dört bir yanımızı sardığı şu günlerde, her şeye ulaşmak çok kolay. Sevgiline de öyle ve güven sorunları yaşamak işten bile değil. Bu aslında bir avantaj gibi gözükse de, ilişkilerin üzerinde olumsuz etkileri de olduğu yadsınamaz bir gerçek. Her şeyi çabuk tüketiyoruz, sevgiyi, aşkı, cinselliği... Fast food ilişki dönemi insanı değilim ben, sorgulayıcı ruh halinin adamı hiç değilim. Yok ben almam, alana da mani olmam...




15 Şubat 2014 Cumartesi

L(EGO)suz çocuklardık biz...

Hepimiz aslında egosuz insanlar olarak dünyaya geliyoruz. Aileden gördüklerimiz, tecrübe ettiğimiz deneyimlerimiz, çevresel etmenler ve birçok faktör egomuzu oluşturuyor ve güçlendiriyor. Çocuklara bakın; egoları olmadığı için ne kadar kolay mutlu olabiliyorlar. Canı bir şey mi çekiyor? Söyler. Canı mı yandı? Ağlar. Beklentisiz, sonrasını düşünmeden, hesap etmeden hareket eder. Tek korkusu oyuncağının elinden alınmasıdır...

Hani Yeni Türkü diyor ya; "Biz büyüdük ve kirlendi dünya" diye, konuyla çok ilgisi olmasa da bir bakıma egomuz da bizi kirletiyor. Ego beslendikçe güçleniyor, güçlendikçe aslında o çok övündüğümüz egomuz bize faydadan çok zarar getiriyor.

Geçenlerde bir yerde oturuyorum, yan tarafta müzik aksesuarları satan bir dükkan var. Önünde minicik tatlı bir kız çocuğu bir adamla top oynuyor. Adam kızın üzerine attıkça topu, minik kız kahkahalara boğuluyor. Resmen içim gitti ya, dedim şu küçük kızın yerinde olmak için neleri vermezdim, ufacık bir şeyle ne kadar mutlu! Top kızın gerisine kaçınca, adam topu almak için yeltendi. Minik kız, beklentisiz bir şekilde adamın kucağına atladı ve sarıldı... Gözlerimin içi gülerken tüm bu gördüğüm güzel kareler bir yandan da düşünmeye sevk etti.

Biz büyük(!) insanlar, arkadaşımıza, annemize, babamıza, sevgilimize kızıyoruz, kavga ediyoruz, yeri geliyor bozuşuyoruz, uzaklaşıyoruz. İşte o noktada kaçımız beklentisiz, korkusuz, karşımızdan alacağımız tepkiyi hesap etmeden bu minik kız gibi sarılıp her şeyi unutmaya yeltenebiliyoruz? Kaçımız karşımızdan olumsuz tepki alma ihtimalinden korkmayıp içimizden geleni tüm şeffaflığıyla söyleyebiliyoruz? Yapabilenlerin önünde saygıyla eğiliyor, yapamayanları da yapmaya davet ediyorum.

Şu hayatta egosu yüzünden çok zarar görmüş biri olarak söyleyebilirim ki, ego çoğu zaman aslında hiçbir şey kazandırmıyor, belki de çok şey kaybettim şu güne kadar, bilmeden... Hadi arkadaşlar egolarınızı, koruma duvarlarınızı bir kenara koyun ve bugün benim için, kendiniz için içinizden geldiği gibi davranın. Bir şey kaybetmezsiniz, belki de kazanırsınız. Hatalıysam arayın! =)

5 Şubat 2014 Çarşamba

"Ben Sensiz Yapamıyorum" değil "Sensiz Yapmak İstemiyorum"

Şu hayatta mevcut tecrübelerimden öğrendiğim bir şey varsa, o da kimsenin vazgeçilmez olmadığıdır. Onsuz yaşayamazsın sanırsın, nefes alamayacağını düşünürsün. Acıyı dibine kadar yaşarsın, ancak an gelir gün gelir bakarsın hayat onsuz da devam ediyor.

Sensiz yaşayabileceğimi çok iyi biliyorum, belki çok daha iyi şartlarda yaşarım. Buradaki asıl nokta ne biliyor musun, ben sensiz yapamıyorum değil sensiz yapmak istemiyorum. Eğer sen de benimle aynı frekanstaysan, bir şeyleri benimle paylaşmak tarafındaysan, hadi gel ayrı gayrı değil BERABER olalım!