24 Haziran 2014 Salı

"Pardon, yanlışlıkla özledim" diyemiyorsun ki...

Özlemek çok tehlikeli bir duygu. Kimi özleyeceğini seçemiyor ki insan. Kimi seveceğini seçemediği gibi. Aslında seveceğimiz, özleyeceğimiz insanları isteğe göre belirleyebilsek her şey çok daha kolay olurdu. Çok düzgün, çok yakışıklı, iyi eğitimli, ideal sevgili/damat/gelin adayı olup bir şey hissedemediğin için hayat bulmayan ilişkilerle karşılaşmışsınızdır. Oysa birini sevmek istemekle sevebiliyor olsaydık, herkes daha mutlu olurdu. Neyse, gel gelelim gerçek hayatta işler öyle ilerlemiyor.

Özlemek gerçekten bazen ölesiye güzel bir duyguyken, bazen Nazilerin işkence yöntemini aratmıyor. Özlüyorsun, kalbin sıkışıyor, daralıyor. Düşünceler ve kaygılar dört bir yanını sarıyor.

Ya o özlemiyorsa?
Ya o özlemini hak etmiyorsa?
Ya o sana daha önce hak etmediğin şekilde davrandıysa?
Ya o kalbini kırdıysa?

An geliyor o özlem hızlıca yenilmiş yemek gibi oturuyor midene. "Pardon, yanlışlıkla özledim" diyemiyorsun ki...

5 Haziran 2014 Perşembe

Kedimizi eve kadar teslim eden kediler!

Dün akşam yemek yediğimiz saatlerde, sucu geliyor. 10-15 dakika geçiyor annem hiper çılgın olan kedimiz Tılsım'ın yokluğunu farkediyor. Bütün evi arıyoruz, tarıyoruz, yok. Sucu giderken kaçmış olmalı. Sokağı kolaçan etmek üzere balkona fırlıyorum. En sonunda kaçak kızımız gözüme çarpıyor. Karşı tarafta insan ırkının erişiminin zor olduğu bolca yeşillik bulunan bir arsada fink atıyor. Sesleniyorum, bakıyor ama umursamıyor. Öyle ya, sokağın tadına varmak istiyor. Öylece gidişini izlemek durumunda kalıyoruz.

Aşağıya iniyorum, belki gelir diye sesleniyorum, ama tınlayan yok tabii. Apartmanın kapısını açık bırakıyorum, ola ki gelirse girebilsin diye. Yukarıya çıkıp balkona adeta kamp kurup izini sürmeye devam ediyorum. Oradan oraya atlıyor, çalıların içine dalıyor, gözden kayboluyor. Üst taraflarda yer alan bir evin bahçesinde beliriyor birden. Dürbünle bakıyorum. Bir süre sonra izini kaybettiriyor.

O sırada başka bir kedi dikkatimizi geçiyor. Tılsım'ın gittiği yere çıkan merdivenlerden çıkmaya çalışıyor o da. Ama her tarafı otla kaplı merdivenin. Merdivenden çıkamıyor resmen hayvan, 3 düşüp 1 kalkıyor. Akrobasik hareketlerle show yapıyor. Annemle kahkahalara boğuluyoruz. Tam kameralık hâli. Sonra gözden kaybediyoruz onu da.

5-10 dakika geçmeden az önce önünde bulunduğun evin oraya bir adam geliyor. Orada oturuyor muhtemelen. "Komşu komşuu huuuu" kıvamında seslenerek kediyi soruyoruz, sağa sola bakıyor ve etrafta kedi olmadığını söylüyor. 

Bütün gece balkonda oturamayız ya, annem "hadi gel yapacak bir şey yok, gelir o" diyor. İçeri geçiyorum ancak içim rahat değil, ara ara gidip kontrol ediyorum. Annemle dışarı çıkıp kediyi aramaya koyuluyoruz. O sırada merdivenlerin oraya bakıyorum ve az önce hareketlerine güldüğümüz kedinin baygın yattığını farkediyorum. Bakın işte, her şeyin farklı bir açıklaması var, hiçbir şey göründüğü gibi olmayabilir. Belki de hastaydı, o yüzden düşe kalka çıkamadı merdivenlerden. Güldüğüm için utanıyorum bir an.

Daha önce önünde gördüğümüz evin oraya kadar bakınıyoruz, ama etrafta yok. Çaresiz eve geri dönüyoruz. Ara ara balkona çıkıp "pisi pisi" diyorum. 2 tane kedi başını kaldırıp bana bakıyorlar. Ama o kadar komikler ki, resmen gözlerini ayırmıyorlar. Takılıyorum onlara, "Yok size demedim, beyaz bi kedi var onu arıyorum. Bulup getirirseniz benden size kuru mama." Annem de takılıyor "1 hafta bedava yemek size" diye. Beynimiz yanmışcasına hayvanlarla muhabbet ediyoruz. İyi değilim galiba.

Gece Remzoş'la konuşuyorum, günlük muhabbetler. Balkondayım yine, arada görürsem diye. Yarım saat kadar sonra Tılsım'ı farkediyorum sokakta. Merdivenlerden çıkıyor yine. Anneme sesleniyorum, balkondan kediye bak ben aşağıya iniyorum diye. Yine gözden kaybolarak çalılıklara kaçıyor. Apartman kapısının önüne taş koyuyorum, ola ki gelmek isterse girebilsin diye. Annemler yatıyor. Babam zaten rahat adam, biz bütün gece balkon ve sokak arasında mekik dokurken, hiiiç umrunda değil.

Ben de yatmaya çalışıyorum ama uyku tutmuyor. Arada balkona çıkıyorum ama hayvan piyasada yok. Elden bir şey gelmiyor. Uyuma çabalarım sabah 6:30'a kadar sürüyor. Zaten Game of Thrones'un 8.bölümünü izlemişim gece, şoku üstümden atamıyorum henüz. Bakıyorum uykunun uğrayacağı yok yatakta ekşiden yorumları okuyorum. Babam uyanıyor o ara. Bir gürültü çıkıyor, babamın bir şeye çarptığını sanıyorum. Annem de sesleniyor "Nolduuuu" diye. Babam bir şey olmadığını söylüyor. Sokak kapısının açılış sesini duyuyorum, babam "geldi kaçak" diyor. Gürültüyü yapan oymuş meğer. Kalkıyorum yataktan. Tılsım'ı yıkıyoruz. Kedi yıkanır mı demeyin, bütün gece sokaklarda sürtmüş sonuçta. Annem köpük banyosu yaptırıyor kediye, sarı leğende. Oh valla, keyfe gel.

Babam 2 kediyle beraber geldiğini, kedilerin Tılsım içeri girdikten sonra hemen tüydüğünü anlatıyor. Kahkahalara boğuluyorum. Sonradan bulup getirmeleri hâlinde kuru mama vereceğim sözünü verdiğim kedileri hatırlıyorum. Boğulana kadar gülüyorum gerçekten. Nasıl yaaa? O kediler mi getirdi acaba? İlk defa görüyorum sokak kapısına kadar getirip arkadaşını teslim eden kedileri. Anneme olayı hatırlatınca o da gözlerinden yaş gelene kadar gülüyor. Kedilere kuru mama koyuyoruz sokağın önüne. Hayvan deyip geçmeyin, insanlardan daha cana yakın ve akıllılar!

Kaçak haspam, şimdi koltukta sefa yapıyor.