21 Şubat 2023 Salı

Güven bir Tercih mi?

Güven bi tercih meselesi demişti bir arkadaşım. Güven bi tercih meselesi değil, hiçkimse güvenmeme durumunu tercih etmez. Güven, karşındakinin davranışlarıyla inşa ettiği ve sağlamlaştırılması gereken bir yapı. Karşındakinin yaptıkları ya da yapmadıkları güveni oluşturur, ya da yıkar. 


Sarsılan güven yeniden oluşturulamaz mı? Zor ama imkansız değil. Bu restorasyonda çaba ve istek çokomelli.

16 Şubat 2016 Salı

Bir misyon olarak Evlilik

Evlilik Türkiye'de maalesef ki tamamlanması gereken bir misyon olarak görüldükçe, boşanmalar da artacaktır, mutsuz evlilikler de. İnsanların kafasında şöyle bir durum var; sanki hepimiz bir oyunun içerisindeyiz de, tamamlamamız gereken görevler var. Bunların ilki okul bitirmek, ikincisi kariyer hayatına geçiş yapmak. Ee, okudum, çalışıyorum da, sırada ne var? Evlilik! Sonraki görev ise hepinizin tahmin edeceği üzere çocuk yapmak.

okul      
iş          
evlilik   
çocuk    

Benim gözlemime göre gerçekten insanların büyük bir çoğunluğu evliliği "zorunluluk"olarak gördüğü için evleniyorlar. Oysa herkes ölçüp tartsa, hayatındaki insanla gerçekten aynı evi paylaşmayı, hayatının bundan sonraki evresini beraber geçirmek istediği için evlense evlilikler çok daha mutlu, huzurlu olur.

Kadınların bir kısmı bana belki kızabilir ama, evlendiniz diye kimse kimseye sahibiymiş gibi davranmamalı, ne kadın ne erkek. Evlilikten sonra da ilişkideymiş gibi davranılsa, kendine kişisel alan bırakılsa ve hayatı zindan etmek yerine, çiftler ortak paylaşım alanı dışında kendine, arkadaşlarına zaman ayırmayı ihmal etmese evlilikler çok daha mutlu, keyifli olur. Eskiden tek başına yapan planların çoğunluğu artık "biz" olarak yapılsa da, mühim olan ortak  paylaşım alanından keyif almak ve evlendiniz diye sosyal hayatınızı sıfırlamamak.

Zaten evlilik dediğin şey imzadan ibaret değil mi? İlişki level atlamış oluyor bir şekilde, bir gün zamanını, anını, gününü paylaştığın keyif aldığın, yeri geldiğinde tartıştığın adam/kadın bir bakıyorsun ertesi gün bunlara ek olarak ev arkadaşın olmuş. Bir evi arkadaşınla bile paylaşmak zorken, elbette hayatınızda olan insana dair yeni şeyler keşfedecek, bazen evi paylaşmanın güzelliğini bazen de zorluğunu göreceksiniz. (birkaç kez evlendim oradan biliyorum=)) İlişkiyi, evliliği tekdüzeliğe sığdırmamak sizin elinizde.

Evlenin ama bunu bir zorunluluk olarak gördüğünüz, "yaşınız geldi" diye düşündüğünüz için evlenmeyin. Hayatınızdaki insanla gerçekten keyif aldığınız, artıları eksilerini götürdüğü ve zamanınızı onunla geçirmek istediğiniz için, belki de onunla beraber sizin kesişmenizden olacak alt kümeye (çocuğunuza) hayat vermeyi düşündüğünüz için evlenin.


Beyler, size de bir kıyak yapayım, bence evlenirseniz bir gün düğün müziğiniz bu olabilir zira çok eğlenceli bana göre.

P.S: Bir gün evlenirsem eğer, sevgili müstakbel kocam sana sesleniyorum kaynanam sen anla. Bu şarkıyı çalabilirsin, benim açımdan hiiiç sakınca yok:)



15 Şubat 2016 Pazartesi

Şimdi o elindeki gülü yere bırak ve sakin ol...

14 Şubat Sevgililer günü! Kimileri için özel, sevgisini gösterebileceği, kendini özel hissedeceği, hediye alışverişinde bulunacağı, kutlamayla özel bir gün geçireceği yegâne gün. Benim nazarımdaysa tüketim toplumu çılgınlığının bir ürünü. Özel hissetmek, özel planlar yapmayı bir güne sığdırmayı doğru bulmuyorum. Tamam hepimiz özel şeyleri sürprizleri seviyoruz ama bunu görev gibi bir güne sığdırmaya gerek yok. Normal bir zamanda, kendiliğinden, dolaşırken karşılaşıp sevgilinize çok yakışacağını düşünerek aldığınız t-shirt çok daha değerli. Hem ne demişler, "sevgilisi olana her gün bayram"

14 Şubat'ın simgelerinden biriyse; gül. Arkadaşlar, n'olur şu gül alma işini bırakın.  Gül almaktan çok hoşlanan bir kadın güruhu bulunsa da, bunu 14 Şubat'ta yapmayın lütfen ya. Yaratıcılıktan uzak bir hediye bi' kere. Üzerine düşünülmemiş, klişeleşmiş...Ben çocukken babamın restoranda otururken gelen gülcüden elindeki bütün gülleri bile satın aldığı olmuştu. Annemin hoşuna gitti elbette ama bunu özel bir günde bir görev, tamamlanması gereken bir misyon olarak görüp alsa pek de havalara uçacağını sanmıyorum. Benzer bir şekilde bütün gülleri bana alan arkadaşım da olmuştu -gerçekten arkadaşımdı- Hoşuma gitmediğini de söyleyemeyeceğim ama 14 Şubat-gül tamamlamasından lütfen kurtulun artık. Ha söylemeden geçemeyeceğim gerçekten 14 Şubat'ta hediye ile sevgilinize koşmaktansa, özel olmayan herhangi bir günde alınmış ufacık bir şey çok daha değerli ve özel.  "Şimdi elindeki o gülü yere bırak ve ellerini başının arkasına koy"

6 Şubat 2016 Cumartesi

Kadınlar için başarılı bir ilişkinin altın kuralları!

Şişşşt kızlar, yaklaşın! Birkaç sır paylaşmak istiyorum sizlerle…

  • Karşınızdaki adama değer verdiğinizi hissettirin ama yanlış yaptığında her an gidebileceğinizi bilsin. Sizi kaybetme korkusu olsun.
  • Her zaman için ayrı bir hayatınız, bir sınırınız olsun. Birçok şeyi beraber paylaşabilirsiniz ancak ne arkadaşlarınızı ihmal edin ne de özel zamanlarınızdan feragat edin. İlişkilerde en büyük yaptığımız yanlışlardan biri aşık olduğumuzda o adam/kadını hayatımızın merkezine oturtmak ve o gittiğinde kaçınılmaz son, afallamak.
  • Güven sorunlarınız olabilir, ancak bunu devamlı dırdır yaparak göstermeyin. Sürekli “Neredesin, kiminlesin, niye aramadın” diye sormayın. Güvenmediğiniz adamla zaten beraber olmayın. Çift yönlü işkence…
  • Eski ilişkilerinizde kötü tecrübeler edinmiş olabilirsiniz. Ancak eskisinin yanlışını asla yenisine yüklemeyin. Temkinli olun ama aynı kötü tecrübeleri tekrar yaşayacakmışsınız gibi karşınızdaki insana hayatı zindan etmeyin.
  • Sevdiğinizi söyleyin ve hissettirin. Bunda yanlış hiçbir şey yok. Sevmek de güzeldir sevilmek de. Tadını çıkarın.
  • Ufak tefek şeyler yüzünden trip atmayın. İlişkiler mutlu etmek üzerine olmalı, huzursuz etmek üzerine değil.
  • Her zaman ne hissettiğinizi, ne istediğinizi ve neye neden kızdığınızı belirtin. Kimse müneccim değil, üstelik erkekler bizim kadar ince düşünen varlıklar değil. Daha düz mantıkta oldukları için sizin hislerinizi her zaman için anlamaları mümkün değil. İlişki tek taraflı değildir, sizin de çorbada tuzunuz, ilişkide sözünüz olsun.
  • Bir ilişkide hiçbir zaman karşınızdaki insanı değiştiremezsiniz, bunun farkına varın. İnsanlar kendilerini ve bazı huylarını törpülerler ama asla kökten bir değişiklik geçirmezler. Onları olduğu gibi sevin, değiştirmeye çalışmayın. Size kötü bir haberim var; değişmiyorlar!
  • Asla saygıyı kaybetmeyin. Saygıyı kaybettiğinizde ilişkinin temel taşlarından biri yıkılmış olur. Ne kadar kızarsanız kızın saygı çerçevesinden ayrılmayın. İlişkide güven ve saygı kalmayınca ortada sağlıklı bir ilişki de kalmıyor.
Sevgiyle kalın...

5 Şubat 2016 Cuma

Suç mu ceza mı?

Özlemek mi suçtu yoksa ceza mıydı özlemek?
Hani enerjin çok iyiyken bir anda anlamsız, nerden geldiğini bilmediğin bir hissiyat gelir de modun düşer ya, hah işte özlem de beklemediğin anda kaleye yediğin o gol gibi oturur midene.





Özleme özürlüsüyüm ben, ne özlemeyi beceririm ne sevmeyi. "Özledim" diyen eski sevgiliye "anladım"demiş insanım ben. Öküzlüğüm cehaletimden. Arkadaşını, sevgilini, aileni özlediğinde en çok da paylaştıklarını özlüyor insan. Konuşmayı, sarılmayı, anını paylaşmayı, heyecanlandırıcı ya da komik bir gelişme olduğunda koşup ona anlatmayı.

Söyle şimdi bana; suç mu ceza mı bu özlem?


2 Aralık 2015 Çarşamba

İstanbul


İstanbul...

Kiminin hayallerinin baş sahnesi, kiminin zorunlu ekmek kapısı, kiminin uzaklaşıp kaçmak istediği ama bir türlü başaramadığı...

İstanbul ilişkini yürütemediğin ama bir türlü ipleri kopartamadığın inişli çıkışlı bir ilişki yaşadığın dolayısıyla yorucu sevgili, İzmir ise arkana bakınca her zaman dönmek istediğin, huzuru bulduğun eski sevgili gibi. 

Benim için ortaokul-lise yıllarında hayallerimi süsleyen şehirdi İstanbul. İzmir'de doğdum büyüdüm, ilkokul sonrasında 10 seneye yakın Kuşadası'nda yaşadım. O günkü şartlar altında düşüncem şuydu; "İzmir'de doğup büyümüş olmasam kesinlikle İzmir'de yaşamak, üniversiteyi burada okumak isterdim ama şu an cazip gelen İstanbul". E tecrübe etmediğin bir deneyimin cazibesi ağır basabiliyor bazen.


İstanbul, İstanbul'da yaşamalıyım, İstanbul'da okumalıyım önermelerinin başkentiydi benim için. Nitekim üniversiteyi İstanbul'da okuma fırsatı buldum. İlk senelerim gerçekten de çok keyifliydi, olmak istediğim yerdeydim. Kaosu, kalabalığı rahatsız etmekten çok keyifli geliyordu o zamanlar. Tek şikayetim mesafelerdi, zira İstanbul'da yaşayanlar bilir, uzak mesafelere gitmek zaman, trafik açısından çok yorucu olabiliyor. E bu yüzden de çok uzak mesafelere açılmıyor, kendi güvenli alanımda yüzüyordum. Seneler geçti, son işimden ayrıldım ve gerçekten de bir süre çalışmak istemedim. Bakmayın o "bi süre" birAZ uzun sürdü, uzun bir tatile ihtiyacım varmış meğer.

İşin kötüsü, o süreçte İstanbul'u özlemediğimi farkettim. Oysa eskiden yıllık izinde bile özlerdim. Neyse gel zaman git zaman derken İstanbul'a geri döndüm ve bugünlerde anladığım şey artık İstanbul değil benim başkentim. Eskisi kadar keyif vermiyor burada olmak. İstanbul değişmedi belki ama BEN DEĞİŞTİM.

Hadi bakalım, kopamadığım sevgilim mi galip gelecek yoksa o huzuru bulduğum eski sevgilim mi?


12 Ekim 2015 Pazartesi

Zamanlaması mükemmel=)

2000'li yılların başları, lise yılları. İlk gördüğümde "ne tatlı çocuk" dediğim ama benim için tatlı çocuktan öteye gidemeyen o güzel bakışlı adam. Bakmayın lisede olduğumda, 10 yıl bir arpa boyu kat edememişim, o zamanlar da birini hayatıma almam çok kolay olmuyordu, nitekim bu güzel adama da şans veremedim.

Bir gün hep beraber bizde tabu oynamışız, diğer arkadaşlarımız uyuyor. Biz salonda televizyon izliyoruz, yaşımızın gerektirdiği flörtleşmeyi yastık savaşıyla yapıyoruz, elimi tutmaya çalışıyor. Bir süre sonra benim de uykum geliyor gibi, ayrı kanepelerde uzanıyoruz. Bi ara gözümü açıyorum ve o güzel adamın beni uyurken izlediğini görüyorum. Panikle "napıyosun" diye soruyorum. "Seni izliyorum" diyor. O zamanlar korkutucu gelen bu hareketin sonradan "ne güzelmiş" diyeceğimi nereden bilebilirim ki...

Aradan seneler geçiyor. Karşılaşıyoruz. Uzun uzun bakışıyoruz, içim gidiyor. Ah diyorum ah, neden bu adama şans vermemişim ki ben? Evlenmiş o arada. Yarım kalan bir hikaye gibi değil mi?

Nereden bilebilirdim ki 13 sene önce şans vermediğim o adamın yıllar sonra bana en güzel şans olarak geri döneceğini?

İşte o güzel adam bugün hayatımın en güzel yerinde, kalbimin en özel köşesinde. Aslında geçmişte neden olmadığını sorgulamayı bırak, memnunum olmadığına. Çünkü bugünkü farkındalıkta değildik ikimiz de, her şey aslında tam da olması gerektiği zamanda olması gerektiği yerde gerçekleşiyor.

Bir insanın sadece yüzüne dokunmak bile bu kadar mutlu eder mi? Edermiş! Saatlerce hiç konuşmadan gözlerinde kaybolabildiğim, bir bakışıyla, bir ses tonuyla, bir lafıyla bütün bedenimde heyecanı hissettiğim....

Sertab Erener'in "İyi günde ve kötü günde, sahiplenmeden, koşulsuz, nedensiz, beklentisiz, değiştirmeden, ehlileştirmeden, hatta kendine rağmen insan sevebilir mi birini?" sorusunun cevabını anladım sayende.

İyi ki hayatıma geldin sevgilim. Gülüşünü, bakışını, öpüşünü, şapşallıklarını, sana ait olan her şeyi, her hücreni sevdiğim adam. Hep benimle ol, o güzel gözlerinle hep aynı heyecanla bana bak...